Bağırsaklarımızda yer alan beyin
Bağırsaklarımızın ikinci beyin olmasının sebebi nedir?
Patoloji ve hücre biyolojisi alanında bilinen ve Nörogastroentreloji’nin babası olarak kabul edilen Amerikalı Profesör Doktor Michael Gershon, vücudumuzda yer alan sindirim kanalını “ikinci beyin” olarak adlandırmaktadır. Bu durum medyada bir şok etkisi yaratmıştır. Sizce de gerçekten bağırsaklarımız yoluyla düşünebilmek mümkün müdür?
Sindirim kanalının ve dolayısıyla bağırsaklarımızın ikinci beyin olarak adlandırılması, onlarla
matematik problemi çözebileceğimiz, şiir yazabileceğimiz ya da beynimizi etkin olarak kullandığımız bir aktiviteyi bağırsaklarımızla yapabileceğimiz anlamına gelmez. Burada anlatılmak istenen şey bütün sindirim kanalımız (yemek borusundan kalın bağırsağa kadar) tek bir organ gibi çalışır. Sindirim kanalının parçalarını birbirine bağlamak, beyinde bulunanlara çok benzer mesajlar gönderen sinir hücreleri, destekleyici hücreler, proteinler ve kimyasal habercilerden oluşan inanılmaz derecede karmaşık bir ağla sağlanır. Aslında bağırsaklarımızda, beynimizle aynı sayıda sinir hücresi bulunmakta, hatta omuriliğimizde ise bağırsaklarımızdan daha az sinir hücresi bulunmaktadır. Üstelik bu durumu daha da dikkat çekici kılan, bu ağın bağımsız olarak hareket edebilmesi, yani uyaranları algılayabilmesi ve onlara beyin veya omurilik tarafından uyarılar gelmeden çeşitli şekillerde tepki verebilmesidir. Bu yüzden bağırsak normal bir şekilde fonksiyonlarını sürdürmekte, peristaltik hareketlerle (bilinçli ve düzenli kasılmalar) safranın (yağların mekanik sindirimini sağlayarak küçük yağ tanelerine parçalanmasını sağlayan salgı) sindirim kanalında hareket ettirilebilmesi ve besinlerin sindirim kanalından emilimini ve kalan kısmın dışkı olarak atılmasını sağlamaktadır. Bu süreç bazı beyin rahatsızlıkları ya da omurilik hasarları olsa devam etmektedir.
Unutmayın vücudumuzda beyin tarafından kontrol edilen sadece iki sindirim hareketi vardır: yutma ve dışkılama. Bu ikisi dışındaki olaylar bağırsaktaki sinir ağlarıyla kontrol edilmekte ve bu sisteme “enterik sinir sistemi” denmektedir. Aslında Hep Yanlış Beyni Suçladılar! Dr.. Gershon, insanların mutlu olmasında ya da kendini kötü hissetmesinde yukarıda bahsettiğim “enterik sinir sistemi”nin büyük rol oynadığını söyler. Bu da tıpta yeni bir alan olarak karşımıza çıkar: Nörogastroenteroloji. Bütün bunlardan önce bilim insanları adamları bunun ne kadar önemli olduğunu anlamadan önce, belirgin bir neden olmaksızın ülser veya sürekli mide ağrısı çeken kişilere belirtilerinin sebebinin psikolojik olduğunu söyledi ve psikiyatriste yönlendirdiler. Aslında yanlış beyni suçluyorlardı. Bunun yanında sadece enterik sinir sistemini de suçlamak da doğru değildi. Çünkü kafatasının altında bulunan beyin ile bağırsaklardaki namıdiğer ikinci beyinle bağlantıları vardır. Bu bağlantıya vagus siniri denilmekte ve sadece birkaç bin sinir lifinden oluşmaktadır. Normal beyin ve bağırsaklarımız birbirini etkilemektedir. Bunu siyam ikizleri gibi düşünebilirsiniz. İkizlerden biri üzgün olduğunda diğeri de üzgün olur. Dr.. Gershon’a göre, bu durumun sebebi iki beyinden de gelen sinyallerin genellikle karıştırılmasdıır. Bu durumda şunu bilmek çok önemli; bizim koşabilmemize ya da beynimizi kontrol edebilmemizi sağlayan neredeyse her bileşen bağırsakta da bulunmaktadır. Bu önemli kimyasal haberciler; serotonin, dopamine, glutamat, norepinefrin, nitrik oksit gibi nöropeptid bileşikleridir. Bunun yanında, enkefalin adı verilen vücut tarafından üretilen doğal ağrı kesiciler bağırsaklarımızda bulunur. Enkefalinler, valium ve zanax gibi anksiyete ilaçlarının benzer bir kimyasal sınıfı olan doğal benzodiapinler gibidir. Bu kimyasal habercilerin mevcudiyeti, yaşadığımız stresli ve korkutucu anların bağırsak üzerinde neden bu kadar doğrudan bir etkiye sahip olduğunu açıklamaktadır.
Beyin, korku ya da endişeye neden olan bir durumla karşılaştığında, vücudu savaşmaya ya da kaçmaya hazırlayan stres hormonlarını salgılar. Burada ortaya çıkan sorun, bağırsağın aynı zamanda beyinde de bulunan aynı kimyasal bombardımana duyarlı reseptör hücreleri içermesidir. Bunun sonucu olarak mide krampları, diyare (ishal) meydana gelir. Bunun bir başka kanıtı, antidepresanlar gibi beynin kimyasal habercilerine müdahale ettiği bilinen ilaçların uzun yıllardır mide bulantısı, ishal veya kabızlık gibi sindirim yan etkileri ile ilişkilendirilmesidir. Bu da bu ilaçlarla beyin için gönderilen kimyasal sinyallerin bağırsağı nasıl etkileyebileceğinin bir başka örneğidir. Bu bilgilerin ışığında, ülser ve mide kanseri gibi ciddi mide ve bağırsak sorunlarının ana nedeninin bu kadar uzun süre vücudun dışında aranması şaşırtıcı değildir.
Oysaki bu sorunları yaşayan insanların hepsi stres altında değildi ya bastırılmış duyguları yoktu. Bu nedenle psikolojik nedenler teorisi geçerliliğini kaybediyordu. Hala yapbozun küçük bir parçası kayıptı. Aslında o kadar küçük bir parçaydı ki…Bulunması için gereken sadece güçlü bir mikroskop ve iki Nobel ödüllü araştırmacının bağırsaklarımızın derinliklerinde saklandığı yeri keşfetmesi gerekiyordu. Yakın bir zamana kadar bilim ainsanları midenin yüksek asidik ortamında bakterilerin hayatta kalamayacağına inanıyordu. Alman bilim insanları, mide zarında spiral şekilli bakteriler bulmuş olsalar da 1875’e kadar inanılan genel kanı buydu. Ancak bu bilim insanları bu bakterileri gözlemleyebilmek için yapay bir ortamda büyütüp incelemeyi başaramadı ve bu yüzden bu bulgular kısa sürede unutuldu. 1900’lü yıllarda ise yine birkaç küçük çalışmada kavisli çubuk şeklinde bakteriler gözlemlendi. Ancak 1954'te yayınlanan büyük bir çalışmada, 1180 mide örneğinde yine bakteri bulunmayınca, bu bakteriye olan ilgi kayboldu ta ki Avustralyalı bir patolog Dr.. Robin Warren 1970'erin sonlarında aynı bakterileri gözlemleyene ve gastroenterolog Dr. Barry Marshall'ın yardımıyla onları daha detaylı incelemeye başlayana kadar. Warren ve Marshall kısa süre sonra Alman bilim adamlarıyla aynı problemle karşılaştılar: Bakterileri gözlemleyebilmek için yapay olarak büyütemediler ta ki 1982’ye kadar. 1982’de istemeden bakterilerin inkübe edildiği (mikroorganizmayı büyüyebileceği en uygun sıcaklıkta belirli bir süre tutmak) bir laboratuvar ekipmanını beş gün boyunca gözetimsiz bıraktılar. Çok geçmeden, incelemek için organizmanın canlı kolonileri oluştu ve daha sonra mide ülseri ve gastritin, iltihaplı bir mide zarına sebep olan asıl nedenin stres ya da baharatlı yiyeceklerden değil, Helicobacter pylori adı verilen bir bakteriden kaynaklandığına dair şaşırtıcı bir sonuca vardılar. Bu çığır açan keşif için 2005 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü'ne layık görüldüler.
Helicobacter pylori hakkında ne biliyoruz?
Kelimenin tam anlamıyla tercüme edilen Helicobacter pylori, organizmanın şekline ve nerede
meydana geldiğine atıfta bulunarak "spiral şekilli kapı bekçisi bakteri" anlamına gelir: H. Pylori ile ilgili sorun, H. Pylori ile enfekte olan kişilerin çoğunluğunun, yani mide zarında veya ince bağırsakta bir ülser ortaya çıkana veya mide kanseri gelişene kadar hiçbir semptom göstermemesidir Bunun nedeni, bakteriyel enfeksiyonun düşük seviyeli iltihaplanmaya neden olarak uzun bir süre boyunca midenin mukozal zarına zarar vererek ve uzun yıllar sonra sonra bu hastalıkları oluşmasını sağlamasıdır. H. Pylori, doktorunuzdan veya patoloji laboratuvarından yapmasını isteyebileceğiniz kan testleri ile tanımlanır. Tespit edildiğinde antibiyotiklerle tedavi edilir ve daha sonra olası ülser ve mide kanseri gelişimi için bir risk faktörü olarak kabul edilir. Aslında, çalışmalar enfeksiyon temizlendikten 12 yıl sonra bile riskin hala yüksek olduğunu göstermiştir. Bu yüzden en güvenli seçim hala bakterileri yok
etmek ve bununla birlikte ülser ve mide kanseri geliştirme risklerini ortadan kaldırmaktır. Uzun ve sağlıklı bir yaşam sürme arayışımızda, çoğunlukla zincirin ilk halkasını, yani sindirim sistemimizi unuturuz. Ve ancak bu ikinci beyin bir enfeksiyon veya dış etkenler nedeniyle bilinçli beyne ağrı ve rahatsızlık sinyalleri göndererek protesto etmeye başladığında harekete geçeriz. Bu yüzden sindirim sistemi sağlığımıza özen göstermeliyiz. Sağlıklı ve dengeli beslenmeliyiz. Çok acılı ve baharatlı yiyeceklerden uzak durmalı. Bağırsak floramızın sağlığı için probiyotikleri tüketmeliyiz.